Eski Köye Yeni Adet



(Şubat 2012 tarihinde oydar.com 'da yayımlanmıştır.) 

Bu aralar herkesin dilinde aynı laf: “Hiç yeni ses çıkmıyor, çıkanlar da sesini duyuramıyor!” Yapımcısından, şarkıcısına, müzik yazarından radyocusuna herkeste aynı terane.

Bir kere şunu netleştirelim; son iki yıldır hiç olmadığı kadar çok yeni ses, yeni grup girdi müzik dünyasına. Kimisi yıllarca dirsek çürüttükten ve adını duyurduktan sonra bir albüm yapmayı başardı, kimisi adını duyurmaya albüm yaparak başladı. Özellikle “rock” müziğin ve alternatifin dinleyici nezdinde eskisinden çok daha fazla rağbet ve kabul görmesi birçok müzisyeni cesaretlendirdi ve çok sayıda iyi albüm, iyi grup, iyi şarkı ve şarkıcıyla tanıştık.

O halde nedir bu ilk paragrafta bahsettiğim yakınmanın sebebi? İşte orası biraz karışık.

Müzik yapımcılarından başlayalım. Geriye gitmeye gerek yok. Son bir yılı baz alarak sorayım; kaç tane ilk albüme maddi destek verdiniz? Saysak, bir elin parmaklarını geçmez, biliyor musunuz? İlk albüm yapacak şarkıcılar ve grupların nicedir tek çaresi, ceplerinden harcadıkları paralarla stüdyoya girip albüm kaydetmek. Bu genellikle albümü hangi firmanın yayımlayacağı belli değilken olup biten bir süreç. Ne zaman ki “master” bandınızı elinize alıyorsunuz, ondan sonra dört dönüp albümü basacak firma aramaya başlıyorsunuz.


Firmaların büyük çoğunluğu sadece albümü basmak ve ufak çaplı bir tanıtım yapmakla yetiniyorlar. Klip çekenler de oluyor ama çekilen klibin televizyonlarda yayınlatılabilmesi için kesenin ağzı genellikle açılmıyor.

Müzik kanallarının genellikle (Dream TV hariç) böyle bir kaygısı yok zaten. Onların kitabında parayı verenin düdüğü çalması esas. Kalite kaygısı, yayın politikası gibi laflara inanmayınız. Gün içerisinde yayınlanan klipler zaten bu lafların palavra olduğunu yeterince ispatlıyor.

Gelelim radyolara… Bırakın yeni bir grubu ya da yeni bir şarkıcıyı, meşhur bir şarkıcının albümünde bile rotasyona giren şarkılar hep klip çekilenler ya da firmalar tarafından kendilerine “promo”ları gönderilenler oluyor. Ana akım radyoların neredeyse tamamı bu mantıkla oluşturuyor “play-list”lerini. Dolayısıyla klibi çekilse bile müzik kanallarında yer bulamamış şarkıların radyolarda da yeri olmuyor. Tam bir kısır döngü.

Gazete ve dergilerde yıllardır köşe tutmuş isimlerin büyük kısmı için Türkçe müzik alternatiften ve “rock”tan ibaret. Anca onları yazıyorlar. Yazsınlar, ona da şükür. Genellikle yer darlığı sebebiyle üç beş cümlelik, genellemeli, özetlemeli ve çoğu kez de basın bülteninden kes-yapıştırlı cümleler olsa da yazdıkları, en azından “farkındalık” yaratıyorlar.


Ama artık yazılı basın kadar, belki ondan da daha çok okunan ve gündem yaratan sosyal medyanın,  özellikle de “blog”ların müzik üretenler, yayımlayanlar ve dağıtanların nezdinde yeterince ilgi görmemesi, yeni isimlerin yaygınlaşmasında ciddi bir engel. Zira yazılı basının ana akımı eğer bir albüme veya şarkıcıya çok çok sayfa ayıracaksa, bunun popüler bir isim olmasını tercih ediyor, hatta şart koşuyor. Oysa kişisel “blog”larda çarşaf çarşaf yazabilmek mümkün. Üstelik ana akım medyada müzik yazanlardan çok daha yetkin kalemler, çok daha hızlı müzik habercileri var sosyal medyada artık.

Kaç kişi sabahları iş yerine gittiğinde ya da evinde uyandığında radyosunu açıyor, kaç kişi internetin başına geçiyor bunu iyice bir araştırmak lazım. Müzik televizyonları müzik dinleyicileri için ne kadar etkin, ne kadar gerekli, buna bir bakmak lazım. Müzik yazarları dinleyiciyi nasıl ve ne kadar yönlendirebiliyor bir mercek altına almak lazım. Bütün bu araştırmalar yapıldığında, yeni albümlerin, grupların ve şarkıcıların neden kısa vadede yaygınlaşamadığı, popülerliği yakalayamadığı sorusu kendiliğinden çözülecektir.

Eski köye yeni adet çoktan geldi ama birileri farkında değil; sorunun temelinde bu yatıyor aslında. 

ŞUBAT 2012

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder