Şimdi Haberler!

MULTİTAP KONSERİNDE GERGİN ANLAR


Geçtiğimiz hafta Aloft Otel’in davetlisi olarak Bursa’ya düştü yolum. Kısıtlı zamanda şehri görmek, şöyle bir gezmek kısmet olmadı ama Sade İletişim’in organizasyonuyla gittiğimiz gezi neresinden baksanız ilham vericiydi, çünkü ucunda müzik vardı.

Ağırlıklı olarak Amerika’da olmak üzere, dünyanın çeşitli şehirlerinde hizmet veren Aloft Otel zincirinin Türkiye’deki ilk halkası Bursa’da Mart 2013’de hizmete girmiş. “Neden Bursa?” sorusunu sormadan edemedim haliyle. Aloft’un konsepti bekleneni değil, beklenmeyeni vermek üzerine inşa edilmiş meğer. Şaşırtmak, alışkanlıkları değiştirmek gibi bir iddiaları var. Zaten otel, dekorasyonundan işleyiş biçimine dek, bu hissi yaşatıyor müşterilerine. Tabii bu işin turistik tarafı… Bizi ilgilendiren tarafı ise Aloft’un müzikle olan yakın ilişkisi.


Bildiğimiz otel lobilerine hiç benzemeyen, geniş bir açık alan görünümündeki lobi, aynı zamanda çeşitli müzik etkinliklerine de ev sahipliği yapmak üzere tasarlanmış ki zincirin tüm otellerinde de aynıymış bu durum. Nitekim zincirin yurt dışındaki halkalarında geçtiğimiz yıllarda yapılan etkinliklere bu sene Bursa’daki Aloft Otel de dâhil olmuş. Spotlight Serisi adı verilen ve bir ay sürecek bu etkinlik için, Aloft Bursa Otel’in marka ruhuna uygunluk kriterini gözeterek seçtiği Türk grup ise Multitap olmuş.


26 Kasım akşamı etkinliğin tanıtım ve açılışını da Multitap yaptı. Doğrusu bu ya, otelin “retro” dekorasyonu, genç ve enerjik havasına Multitap’ın müziği çok yakışmıştı. Neresinden baksanız doğru bir seçim gibi görünüyordu. Köpük ve mukavvadan örülmüş bir duvarın ardına saklanmış sahnede gizlice yerini alan grup, her nedense bir şeylere kızmış bir müşterinin kokteyl alanına gelip önce bir masadaki tabakları yere fırlatması, ardından duvarı öfkeyle yıkmasıyla ortaya çıkıverdi. Bunun bir senaryo olduğunu o vakit anladık.

 
Eğlenceli ve sürprizli gece Multitap’ın şarkılarıyla devam ederken, Aloft’un alâmeti farikası enteresan kokteyller, biberon, şırınga, deney tüpü gibi şaşırtıcı materyaller içerisinde servis edildi davetlilere. Sonra Multitap bize bir ay sürecek etkinlikte neler yapacaklarını anlattı.


Öncelikle ödüllü bir kampanya var. Her hafta Multitap’ın ilan edeceği etiketleri takip edip, konuyla ilgili çektiğiniz kendi fotoğrafınızı internette etiketle birlikte paylaşarak Aloft Bursa Otel’de konaklama fırsatı kazanmak mümkün. Hatta daha da fazlası, Aloft Londra Otel’de konaklama fırsatı da var. Ancak asıl ilgi çekici olanı, Multitap’ın 21 Aralık’a dek gerçekleştireceği etkinlikler. Eğer müzikle ilginiz dinleyici olmaktan öteyse; mesela bir müzik grubu nasıl kurulur, bir beste nasıl yapılır, bir şarkı nasıl kaydedilir gibi teknik konularda bilgi sahibi olmak istiyorsanız Multitap’ın bu konularda yapacağı uygulamalı “work-shop”lar epeyce cazip olabilir sizin için. Tüm bunlar otelin lobisindeki alanda gerçekleştirilecek ve etkinlikler 21 Aralık’ta yine aynı yerde yapılacak Multitap konseri ile sona erecek.


Otel yetkililerinden aldığım bilgiye göre, lobideki müzik etkinlikleri bu kampanyayla da sınırlı olmayacakmış. Amatör müzisyenler, gruplar, haftanın belirli günlerinde lobide açık sahne usulüyle kendi müziklerini icra edebileceklermiş. Keşke Türkiye’de amatör müzisyenlere böyle fırsatlar veren başka mekânlar, oteller de olsa; bu fırsatlar yaygınlaşsa ve hatta otel lobilerinde ‘60’ların meşhur “beş çayı” geleneği yeniden canlansa diye içimden geçirmedim değil.

Bursa’da yaşıyorsanız ya da yolunuz bir sebeple Bursa’ya düşerse, Aloft’a bir uğrayın. Hem farklı bir otel, hem de farklı bir müzik deneyimi yaşamak için.

“LOKUM GİBİ KADIN”


İstanbul’da adını uzun süredir duyduğum, sahnesinden gelip geçen isimleri gördükçe “mutlaka gitmeliyim” dediğim mekânlardan biriydi Frankie. İkisi de çok sevdiğim sesler olan Barbaros ve Evrim Özkaynak zaten uzun süredir haftanın belirli gecelerinde ayrı ayrı program yapıyorlardı Frankie’de. Üstüne üstlük Pazar gecelerinde zaman zaman Neşe Karaböcek, Nükhet Duru, Seyyal Taner, Selçuk Ural gibi “timeless” isimlerin gelip geçtiği de olmuştu Frankie sahnesinden. Hep bir işim çıkmış, bir türlü gidememiştim. Kısmet Selen Servi’yeymiş.     


Öncelikle şunu söyleyeyim ki, Nişantaşı’nda City’s alışveriş merkezinin hemen karşısında, Sofa Otel’in en üst katında, 2012 yılında açılan Frankie, canlı müziğin nicedir bar ve meyhane türevi mekânlara hapsolduğu İstanbul gece hayatında adeta çölde bir vaha gibi. Müzik saat 22’de başlıyor; gece kulübü mantığına göre hayli erken ama buna karşın atmosfer tam bir gece kulübü havasında. Yani dikilip durmaktan ayaklarınıza kara sular inmeden, etraftaki kalabalığın bitmek bilmeyen sirkülasyonuna maruz kalmadan ve dahi yüksek volüm nedeniyle işitme kaybı yaşamadan, oturduğunuz yerde içkinizi yudumlarken keyifle müzik dinleyebileceğiniz, dinlediğiniz müziğin tadını alabileceğiniz bir mekân. Dekorasyon, manzara, servis de ona keza. Tabii bunca lüksün bir bedeli var; fiyatlar bir parça yüksek.


Ama bu kadarı sizin için lüks değilse, Frankie’de Selen Servi dinlemek için hiç tereddüt etmeyin. Çünkü çok iyi bir şarkıcı, çok iyi orkestra ve çok iyi bir repertuar var Selen’in programında. Bu üçü pek kolay kolay bir araya gelmez. Birinden biri aksar, işin tadı illa ki bir yerden kaçar. Ama Selen Servi, profesyonel şarkıcılığa popüler müzik kriterleri içerisinde geç sayılabilecek bir yaşta başlamasına rağmen, müziği iyi bilen ve yaptığı işe son derece saygı duyan bir şarkıcı. Caz standartlarından Latin şarkılarına, yabancı müzikle başladığı programını, ‘60’lardan bugüne Türkçe pop ‘hit’leriyle sürdürürken dinleyicilerin damağında sadece “eller havaya” tadı bırakmıyor. Tutup Zuhal Olcay’ın “Yalnızlığım”ını, Nükhet Duru’nun “Beni Benimle Bırak”ını sıkıştırıyor mesela araya. Şaşırtıyor, ters köşe yapıyor, böylece nabzı hep yüksek tutuyor.


Bunlar bir şarkıcı için şarkı söyleyebilmek kadar önemli meziyetler oysa ama pek de sık rastlanmıyor artık. Çünkü gelen herkes eğlenmek, sürekli göbek atmak, hatta mikrofonu şarkıcının elinden alıp kendisi şarkı söylemek istiyor. Herkesin bir “star” olası var ve sahnedeki şarkıcıların işi artık eskisinden çok daha zor. Bu şartlarda kendini dinletebilmekse bugünlerde sahip olunması gereken bir başka meziyet haline geldi ki Selen bunu da bir şekilde başarıyor. Çünkü çok severek söylüyor şarkılarını. Gözlerinden okunuyor bu. Vücut dilinden, yüz ifadesinden anlaşılıyor. Bu coşku izleyene de geçiyor doğal olarak. Geçenlerde Sezen Aksu gelmiş Selen’i dinlemeye ve bir çok övgü cümlesinin yanı sıra “Lokum gibi bir kadın bu,” demiş onun için sahnede. Sezen bu; sözünün üzerine başka söz söylenmez!

EUROVİSİON’A KATILSAK MI, N’APSAK?


Şu Eurovision meselesiyle olan hesabımız bitmedi bir türlü. Geçen yıl TRT’nin aldığı sürpriz kararla yarışmaya katılmadık. Puanlama sistemini protesto ettiğimiz söylendi ama işe sıradan bir izleyiciden biraz daha fazla vakıf olanlar aslında neyi protesto ettiğimiz, niye ettiğimiz, neden şimdi ettiğimiz sorularına hâlâ cevap bulabilmiş değil. Sanki protesto bahane de biz başka bir şeylerden kaçı(nı)yoruz gibi. Mesela Bonomo’nun katıldığı sene Malta’ya kadar gidip bize oy versinler diye türlü numaralar yaptığımızı TRT Genel Müdürü kendi ağzıyla anlattı TRT’nin Eurovision toplantısında. E Azerbaycan’a her yıl 12 puan verdiğimiz de gün gibi ortada. Yani bu ayak oyunlarına, politik puan hesaplarına bizim de karıştığımız bir sır değil. Hal böyleyken bu protestonun haklılığına gölge düşmüyor mu biraz? Neyse… Konumuz o değil zaten.


Geçtiğimiz günlerde TRT Haber kanalında yayınlanan 1000 Kişiye Sorduk adlı program için benden uzman görüşü istediler. Ben de dilimin döndüğünce anlattım düşüncelerimi. Enteresan bir programdı zira ülkenin 12 farklı şehrinde profesyonel bir araştırma şirketi olan Pollmark tarafından 1123 kişi üzerinde yapılmış anketlerden elde edilen sonuçlar doğrultusunda hazırlanmış bir çalışmaydı. Yani biz oturduğumuz yerde konuşup duruyorduk ama aslında sokaktaki insan ne kadar ilgiliydi bu yarışmayla, ne kadar önemsiyor; mesela katılmamız ya da katılmamamız onun gözünde ne kadar önem taşıyordu? Acaba hiç oy kullanmış mıydı mesela herhangi bir ülke için? Doğrusu bu soruların cevapları, bir müzik yazarı ve bir Eurovision meraklısı olarak benim ilgi alanımın tam da ortasındaydı. Cevapları, daha doğrusu anket sonuçlarını öğrendim ve aynı soruları benim için yeni bu bilgiler ışığında cevaplamaya gayret ettim. Ortaya şöyle bir şey çıktı, buyurun izleyin.



     

KASIM 2013 

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder