Ucuz Kaşar


(Kasım 2013 tarihinde oydar.com 'da yayımlanmıştır.)

Şu ‘ucuz’ televizyon dizileri var ya hani… Ucuz kastla, ucuz prodüksiyonla yapılan diziler. Hani bir zamanlar Flash TV yapardı en çok. Sonra STV, derken Fox TV bu nevi sayısız dizi yaptı. Gel zaman git zaman Fox işi o kadar ilerletti ki, bir baktık o burun kıvırdığımız diziler gayet de iyi reytingler almaya başlamış. Sonra ne mi oldu? Bugünlerde benzeri diziler majör televizyon kanallarında da yer bulmaya başladı. Farkında mısınız bilmem ama televizyon dizisi sektöründe yeni bir döneme girildiğinin işareti bu. Birkaç seneye kalmaz, pahalı prodüksiyonlara, dev projelere sıcak bakmamaya başlar televizyon kanalları. “Nasıl olsa aynı reytingi böyle de alıyoruz” lafları dolanır önce. Sonra ‘seyirci bunu istiyor’ kulpu takılır. Hal böyle olunca büyük prodüksiyon firmaları da küçük bütçeli işler yapmaya başlar. Ve sonra biz “ah nerede o eski, kaliteli televizyon dizileri” diye hayıflanmaya başlar, Aşk-ı Memnu’nun, Muhteşem Yüzyıl’ın, hatta Arka Sokaklar’ın filan nostaljisini yapmaya başlarız. Hayat devam eder.


Bu bir kehanet değil. Türkiye’de birçok sektörde, birçok iş sahasında benzer dönüşümler yaşandı, halen de yaşanıyor. 2000’lerle birlikte ülkede yerleşmeye başlayan bu yeni zihniyet, özetle her şeyin ucuzunu tercih etmek üzerine kurulu. Memleketin her yerini saran ucuzluk marketlerinin, halk tabiriyle “1 milyoncu”ların ve de taklit marka ürünler satan mağazaların bu derece çoğalması da aynı zihniyetin getirisi olarak aynı yıllara tekabül ediyor mesela. “BİM’de beş liraya kaşar var, niye gidip Migros’tan 15 liraya alayım?” diye soruyor cebindeki üç kuruş ay sonuna yettirmeye çalışan adam haklı olarak. “O da kaşar, bu da kaşar; aynı işi görüyor!”

Görüyor mu sahiden peki? İşte orası tartışılır. Ucuza tamah ettikçe giderek damak tadımızı, görsel, işitsel, duyusal zevkimizi, estetik duygumuzu, duyarlılığımızı ve (lafı tekrar kaşara bağlarsak) sağlığımızı kaybediyoruzdur belki de, kim bilir?

Bunca kötü oyuncu, kötü senaryo yazarı, kötü besteci, kötü şarkıcı, kötü radyocu, kötü “dj”, kötü yazar (bu böyle uzar gider) nasıl ve nereden türedi sizce?


“Nasılsa güzel/yakışıklı. Öylece dursa da izlerler bunu. Bir de afili giydiririz. Karın tokluğuna oynar. Hem de şöhret olur. Kim istemez? Ne gerek var oyuncu olmasına?” = Mimiksiz, jestsiz, tonsuz, bostan korkuluğu kötü oyuncular.

“Bolca entrika olsun, bir Karadenizli, bir Kürt tipleme olsun. Bol bol da aşklı meşkli diyalog koysunlar. Olmadı tutmuş dizilerden, yabancı filmlerden konu araklasınlar. Ne gerek var Ece Yörenç’e, Melek Gençoğlu’na, Mahinur Ergun’a o kadar para vermeye? Dizi sonuçta, nasıl olsa izlenir.” = Çocuk kandıramayacak seviyede mevzular, gerçek hayatta asla sarf etmeyeceği cümlelerle konuşan kahramanlar, derinliksiz karakterler ve mantık hatalarıyla dolu dizilerin kötü senaryo yazarları.

“Adam evinde, bilgisayarında on numara kayıt yapmış. Bunu aynen böyle basalım. Bir daha stüdyo mtüdyo uğraşmayalım. Biraz “autotune” filan kullanmış ama olsun. Konserlerde “playback”le, vokalle işi götürür.” = Şarkı söyleyemeyen kötü şarkıcılar.

“Aman yahu mesele iki cümle kurmak değil mi? Yeter ki konuşabilsin, alır, radyocu yaparız. Nasılsa para da istemiyor.” = Müziği, yayıncılığı, ve dahi konuşmayı bilmeyen kötü radyocular.

“Aman yahu mesele şarkıları arka arkaya dizip bilgisayardan tıklamak değil mi? Koyarız cebine yüz lira, sabaha kadar çaldırırız. Millet nasılsa kafayı bulunca teneke çalsan eğleniyor.” = Mekândaki müşteri kitlesinin nabzına göre şarkı seçmekten, BPM nedir, ne işe yarar, neden her şarkı ardı ardına çalınamazı bilmekten aciz, kötü “dj”ler.


“Kadının Twitter’da kırk bin takipçisi var. Beş bini bile kitabı satın alsa zaten baskı masrafını kurtarır. Basalım gitsin. Zaten aşktan meşkten bahsetmiş, sokak ağzıyla da yazmış. Çok satan bile olur bu kitap.” = Dili, imlayı bırakın bir kenara, konu bütünlüğü, kurgusu olmayan, Twitter üslubunda (ya da üslupsuzluğunda) cümlelerle kurulmuş kitapların kötü yazarları.

Daha çok, pek çok örnek verebiliriz. Alan da memnun, satan da… Alan memnun çünkü ucuz emek çok daha kârlı; adeta baldan tatlı. Satan memnun çünkü yetersizliğinin, bilmezliğinin, eksikliğinin ve hatta yeteneksizliğinin ayıbını öğrenerek, çalışarak, didinerek örtmektense, piyasayı düşürerek rekabet ediyor işin erbabıyla, mahiriyle. Bir zaman gelip herkesin onu çok başarılı, çok yetenekli, çok nitelikli sanacağına da emin.


Majör kanallarından birinde ‘ucuz’ bir televizyon dizisine rastlayınca geldi tüm bunlar aklıma. Ya da nicedir aklımdan geçenleri bir yazıya dönüştürmek için vesile oldu diyelim. Bir gün memlekette hiç kimse cebinde alacak parası olsa bile halis muhlis sütten yapılmış gerçek bir kaşar peyniri yiyemeyecek. Kimse iyi şarkıcı, iyi şarkı dinleyemeyecek, iyi dizi izleyemeyecek, iyi radyocular, iyi senaryo yazarları, iyi oyuncular işsiz kalacak. Buna hazır mısınız? Bence hazırlanın. Kötüyle yetinmenin kaçınılmaz sonu bu çünkü.

KASIM 2013

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder