20 Yıldır Candan

CANDAN ERÇETİN HARBİYE AÇIK HAVA TİYATROSU KONSERİ 29 TEMMUZ 2015


Bizim ses sanatkârlarımız, sahne performansı için bir sporcu gibi çalışmak, kondisyon tutmak gerektiğini pek bilmezler. “Her gün spor yapıyorum şekerim,” diyenini çok görürsünüz. Yapanı da vardır sahiden. Sporun da bir modası vardır zaten. Bir bakarınız “aeorobik,” bir bakarsınız “step”, bir bakarsınız “pilates”, o da olmadı “cardio” moda olmuş. İşte bizimkiler de modayı takip eder gibi severler genellikle sporu; e tabii bir de zayıflatsın, vücutlarını forma soksun diye. “Sahnede kondisyonum düşmesin, şarkı söylerken nefes nefese kalmayayım,” diye spor yaptığını söyleyen ya bir kişi olmuştur bugüne dek, ya iki.



Bu mevzu nereden çıktı şimdi? Candan Erçetin’in 2015 Harbiye Açık Hava konserini izledim çünkü. Ve konser boyunca en çok şunu söyledim: “Vay be kondisyona bak!”


Candan Erçetin spor yapıyor mu bilmiyorum. Ama ben sahnede şarkı söylerken nefesine bu kadar hâkim çok az şarkıcı izledim bu ülke sınırları içerisinde. O yüzden bir sürü başka şeyden önce bunu yazmak istedim.

Bu seneki konserin ayrı bir ehemmiyeti varmış Candan Erçetin için. Müzikte yirminci yılıymış. Daha doğrusu ilk albümüyle dinleyici karşısına çıkışının yirminci yılı… Nasıl bilmem? Tam dört senemi geçirmek üzere o uzak, çok uzak ve çok sıcak, bir tek ahbabımın bile olmadığı o şehre adım attığım 1995 Temmuz’unda, en çok üç kaset arkadaş olmuştu bana: Nazan Öncel’in “Göç”ü, Sezen Aksu’nun “Işık Doğudan Yükselir”i ve Candan Erçetin’in “Hazırım”ı. Her satırını, her notasını ezbere bilirim bu üç kasetin de. Öyle yakın dostumdur onlarla hâlâ.


Tabii aslında bakarsanız, reklam müziklerini, Eurovision maceralarını filan da katacak olduğumuzda, Candan Erçetin’in müzikte temiz bir 30 yılı var. Hatta Klips ve Onlar’la yapılmış bir albüm de var bu otuz yılın ilk on yılını kapsayan amatörlük kariyerinde. Ama ben de yirmi yılda bu kadar çok sayıda hafızalara kazınmış şarkıya sahip olsam, ben de dönüp “Ha Halley haha Halley”i hatırla(t)mazdım herhalde.


Konser repertuarı, geride kalan bu yirmi yılın bir özetini çıkarmak üzere çatılmış gibiydi. İlk Candan Erçetin “hit”i olan “Umurumda Değil”le başlaması boşuna değildi. Ve yakınlarda piyasaya çıkacak yeni albümden bir şarkı olan “Allı Yemeni (Pencere Açıldı Bilal Oğlan)” ile bitmesi de… Tabii ki “Bilal Oğlan” yeni bir şarkı değil ama yeni albüm de yeni şarkılardan oluşmuyormuş zaten. Bunu da konserde öğrenmiş olduk. Meğerse Erçetin’in “konsept” albüm zamanı gelmiş. Meğerse her beş sene de bir “konsept” albüm yapar imiş. Yaptığını biliyorum ama periyodunu takip etmemişim demek. Beşinci yılda Fransızca albüm, onuncu yılda Türk-Yunan şarkıları, on beşinci yılda aranjmanlar derken, yirminci yıla alaturka albüm denk gelmiş. “Bilal Oğlan”ın sebebi hikmeti anlaşıldı şimdi sanırım. (Bu yeni albümden başka şarkı tüyoları da var. Az sonra!) 


Konserin ilk yarısını sahne ışıklarında mora çalan ama sahnenin her iki yanındaki “led” ekranlarda basbayağı mavi görünen ışıltılı bir kostümle geçirdi Candan Erçetin. 12 kişilik orkestrası kelimenin tam anlamıyla “zımba” gibiydi ve bir an bile teklemedi, aksamadı, gümbür gümbür başladı, öyle de bitirdi. Konserin sonuna doğru öğrendik ki Candan Erçetin zaten yirmi yıldır aynı orkestra ile çalışır imiş. Bu uyumun, bu “plak gibi” çalışın açıklaması da buymuş meğer.


“Umurumda Değil”le başladığı konsere “Onlar Yanlış Biliyor”la devam etti Candan Erçetin. Zamanında kendi deyimiyle “kendi iç meselesi”yle halleşmek için yazdığı bu şarkıyı çok, pek çok severek bizim onu şaşırttığımızı söyledi. Sonra bu “iç meselesi” tabirini kimi şarkılarda tekrar kullandı. Şarkılarını biz sevelim diye yazmadığının altını özellikle çizdi. Sanırım onu en çok bu mutlu etmişti/ediyordu. Birileri sevsin, beğensin diye hesap gütmeden, iç dökerek yazdığı şarkıların sahiplenilmesi, karşılığını bulması. Kim mutlu olmaz ki böyle bir şeyden? Sanırım hesapsız şarkı yazmanın ne demek olduğunu bilmeyenler. Neyse…


“Yalan”, “Olmaz” ve “Elbette” ardı ardına geldi sonra. Her birince seyirci de eşliğini esirgemedi haliyle. “Elbette”yi de kendini avutmak için yazdığını anlattı. Bense tam o anda, sadece toprağı değil, ruhlarımızı da derinden sarsan o büyük deprem sonrası bu şarkının toplum üzerinde nasıl bir iyileştirici etki yaptığını düşünüyor, hatırlıyordum. Hayat dediğimiz şey “Yalan” ve “Elbette” arasında gelip giden yaşanmışlıklarımızdan, duygu ve düşüncelerimizden ibaret değil miydi aslında?


Sonra “Sensizlik” ve yarı Fransızca, yarı Türkçe söylediği “Le Meteque (Hasret)”, “Meğer” ve melodik yapısıyla “Meğer”in kan kardeşi “Kırık Kalpler Durağı”nı seslendirdi Candan Erçetin. “Kırık Kalpler Durağı” şarkısı Erçetin’i üzen bir şarkı olmuş; çünkü şarkının klibinde oynayan üç kişi ölmüş, bir kişi bir gözünü kaybetmiş, dahası klibin çekildiği Haydarpaşa Garı’nın bir kısmı yanmış. (Yangını biliyorum elbette ama diğerlerini bilmiyordum, sahiden enteresanmış.)


Ve işte Candan Erçetin, konserin tam bu noktasında alaturka albümünün haberini verdi ve orkestraya ilave olunan birkaç parça alaturka sazla birlikte albümde yer alan şarkılardan dördünü arka arkaya söyledi: “Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun”, “İçin İçin Yanıyor”, “Silemezler Gönlümden” ve “Unuttun Beni Zalim”. Bu sonuncusu zaten geçtiğimiz ay bir konser klibi olarak servis edilmişti. 


Kaldı ki Erçetin’in alaturka söylemesi de çok şaşırtıcı değil. “Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar”, “Bir Yangının Külünü”, “Unuttun Beni Zalim” gibi alaturka “cover”lar var diskografisinde. Bir de izleyenler bilir, başrollünü Beyazıt Öztürk’le paylaştığı “Yıldızların Altında” müzikalinde başından sonuna dek alaturka Yeşilçam şarkıları söylüyordu. Haliyle bu yeni projenin pek bir esprisi yok gibi. Gerçi “Aranjman” albümünün de bir esprisi yoktu ama Candan’ın bir bildiği vardır elbet. Ben kendi adıma konserin bu kısmında fazladan bir heyecan duymadım. Sanırım seyirci de duymadı ki Açık Hava’da enerji ve konsantrasyon biraz düştü o dakikalarda. Buna karşın Candan’ın bu şarkıları söylerken çok zevk aldığı da vücut dilinden anlaşılabiliyordu.


Ara verildiğinde konser boyunca tost kokularını üzerimize üzerimize üfleyen sağlı sollu büfelerden birine yanaştık bir kahve içelim diye. “Sigara içenler buradan aşağıya, buraya, ilerle ilerle!” şeklindeki nidalarıyla şehirlerarası otobüs terminali çığırtkanlarını anımsatan büfe satıcılarının emirlerine uyduk çaresiz. Bu büfeleri bir hale yola koymak neden mümkün değildir anlamam. Hem üçüncü sınıflar, hem de üçüncü sınıf bir büfeden beş kat fazla paraya satılıyor her şey.


Konserin ikinci yarısına beyaz, çiçekli bir elbise ve çıplak ayaklarla çıktı Candan Erçetin. “Söz Vermiştin”in arkasından son albümden “Yalnızlık” geldi. Sonra Candan’ın 2009 yılında yeniden söylediği Esmeray şarkısı “Unutama Beni” vardı sırada. Orkestra bu şarkıda kelimenin tam anlamıyla “pik” yaptı. Tüyleri diken diken eden bir düzenleme, icra ve yorum dinledik. Ardından yine son albümden “Güle Güle” ve peşi sıra da “Gamsız Hayat” geldi. Sonra Candan güldü. “Gülüyorum çünkü bu şarkıyı o kadar farklı sözlerle söylendi ki kaç defa, orijinal sözlerini neredeyse ben de unutacağım,” dedi. “Git”den bahsediyordu. Hani şu Beyaz’la haftalar boyu karşılıklı atıştıkları şarkıdan. Beyaz ve kendisinin yaptıkları bir yana, şarkının bir de internette farklı versiyonları olduğunu, bazılarına, özellikle de 112 Acil servis ambulans çalışanlarının yaptığına çok güldüğünü söyledi.


Pek kimse bilmez; bir de tersi bir durum var oysa. Candan Erçetin’in Cemal Safi’nin dizelerinden bestelediği bir şarkı bu. Aynı dizelerle yapılmış bir başka şarkı daha var. Hem de Candan Erçetin’inkinden çok daha önce. Orhan Gencebay’ın 1990 yılında yayımlanan “Utan / Dokunma” adlı albümündeki “Hadi Git” adlı şarkısı da aynı şiirle yapılmış bir başka şarkı. Erçetin şiiri bestelerken bunu biliyor muydu, bilmiyorum.

“Git” söyledikten sonra “Her an bir yerlerden Beyaz çıkacak diye korkuyorum,” dedi Candan Erçetin ve “Milyonlarca Kuştuk”la devam etti. “Melek”ten hemen sonra ise “Dalga” geldi. İkinci yarıda son albümden çok şarkı vardı anlayacağınız ama seyirci genellikle son albümün şarkılarına pek eşlik edemedi, eskilerde daha fazla reaksiyon verdi.


Bu konserde bilmediğimiz bir şey daha çıktı ortaya. Meğerse Candan Erçetin, Cep Sahne Akademisi diye bir oluşumla meşgulmüş bir süredir. Farklı meslek dallarında çalışan, ancak şarkı söylemek isteyen, müziği seven insanların bir araya geldiği, bir nevi bir “workshop” çalışması imiş bu, anladığım kadarıyla. İşte o oluşumun 22 kişiden oluşan korosunu davet etti sahneye Candan Erçetin. Hepsi farklı farklı ama siyah renkli kostümleriyle, farklı yaş gruplarından bir avuç insan doldurdu sahneyi bir anda. Ve Candan Erçetin konsere, onlarla birlikte devam etti. Önce “Sevdim Sevilmedim”, ardından “Vay Halime” ve “Ramo Ramo”yu birlikte söylediler. Daha doğrusu birlikte söyledik. Çünkü şöyle enteresan bir şey oldu; Candan bir onlara söz verdi, bir bize, yani seyircilere. Böylece sahnedeki koro ile salondaki seyirciler karşılıklı söylediler. Gereğinden uzun sürdü biraz ama yine de eğlenceli dakikalar yaşandı.


Sonra yine yakında çıkacak albümden iki şarkı vardı sırada: “Erkilet Güzeli” ve “Vardar Ovası”. Bu anlar, Candan Erçetin’in çıplak ayaklarıyla, gerçekten eğlenerek ve bunu bize hissettirerek sahnenin ortasında dans ettiği anlar oldu.    

Sonra yaklaşık bir yirmi dakika süren orkestra müzisyenlerinin tanıtım faslına geçildi. 12 müzisyenin her biri bir solo yaptı, küçük mizansenler ve esprilerle bu bölüm bir şova dönüştü. Mustafa Süder, Göksun Çavdar, Şafak Özdoğan, Nuri Irmak gibi her biri virtüöz derecesinde yetkin bu ekibin şovunu izlemek de eğlenceliydi; yine gereğinden biraz fazla uzun sürse de. Orkestranın bu bölümü yine “Git” şarkısına bağlaması ve şarkının bir kez daha değiştirilmiş sözlerle söylenmesi ise bir başka sürpriz oldu. Bu defa sözler gecenin anlam ve önemine uydurulmuştu:

“Bir büyük bir aileyiz, birbirimizi severiz, 
konu müzik olunca, yeri gelir kavga ederiz, 
ama günün sonunda, birlik olur, kenetleniriz, 
bir yirmi sene daha, inşallah konserler veririz, 
hep birlikte çalıp söyleriz.”


Ve gece, “Bilal Oğlan” türküsü ile sona erdi. Biz alkışladık, Candan Erçetin selam verdi ve gitti. “Bis” olmadı çünkü seyircilerin büyük kısmı arkalarından atlı kovalıyormuşçasına salondan çıkma telaşına düşmüştü. Her konserde olduğu gibi yine, konser başladıktan yarım saat sonra bile gelenlere, konser bitmeden salonu terk edenlere şaşırdığım ve kızdığımla kaldım. Böyle şeyler artık ayıp sayılmıyor ne çare; biz eskide kalmışız.

Başta da söylediğim gibi, bende konserin bıraktığı en derin iz, Candan Erçetin’in şarkıcılık performansı oldu. Enteresan bir gırtlak yapısı ve sesi var Erçetin’in. Şarkı aralarında konuşurken her an sesi kısılacakmış hatta kısılmış gibi geliyor kulağa. Albümlerinde de çok belirgin nefes sesleri hep rahatsız etmiştir beni. Bazen zorlandığı hissine kapılırım. Ama hiç öyle değilmiş. Ya da en azından o gece öyle değildi.


Bir de tabii, yirmi yılda ne çok şarkısını ezber ettiğimizi, ne çok anımıza, yaşanmışlığımıza ortak ettiğimizi toplu halde görmüş oldum. Erçetin’in fazladan hiçbir şova, atraksiyona gerek duymadan, sadece şarkılarını söyleyerek en çok konser salonu dolduran şarkıcılardan biri olabilmesinin sırrını da biraz çözdüm sanki. Konser gibi konserdi çünkü. Sadece iyi şarkılar, iyi çalınan, iyi söylenen şarkılar vardı (alaturkalar bir yana; onlar ne de olsa “konsept”.)



Açık Hava konserlerinin olmazsa olmazı sucuk ve köfte kokuları eşliğinde, en uzak mesafeye müşteri arayan taksilerin arasından Nişantaşı’na doğru dağılan kalabalık memnun ve mesut görünüyordu. Ben de öyle. Yoksa üç saatlik konserden sonra eve gidip gece uyumaya yattığımda, kulaklığımda niye yine Candan Erçetin şarkıları olsundu ki?

TEMMUZ 2015 

Yavuz Hakan Tok

2 yorum:

  1. başarılı yorumculuğuna devam ederken neden halen söz beste yazmakta ısrar ettiğini anlamak mümkün değil...kendi üretimi şarkılar halkla çok buluşmadı...tekrar mete özgencil,kıvanç k ekibiyle üretime başlasa ne iyi olurdu

    YanıtlaSil
  2. 2, geceki konser cok daha iyi idi . Bis de istendi , Seyirci ayirlmak istemedi bu defa . Demek ki farkli bir sey vardi .

    YanıtlaSil