Ajda bu şarkıyı nasıl Semiramis’e kaptırmış, orasını
bilemiyoruz. Türkçe sözleri yazan da Fikret Şeneş üstelik ama “Bana Yalan
Söylediler” ilk kez Semiramis Pekkan tarafından 1974 yılında plak yapılıyor. Orijinali
ise Jose Feliciano’nun “Gypsy” adlı şarkısı. Aynı yıl bu şarkıyı Selçuk Ural da
Yeşil Giresunlu’nun yazdığı Türkçe sözlerle “Son Şarkı” adıyla plak yapıyor ama
“Bana Yalan Söylediler” versiyonu daha çok seviliyor. Yine de öyle aman aman
bir “hit” olmuyor o günlerde. Zaten 45’liğin de B yüzünde aslında.
Aslında şarkıyı ilk “cover” yapan Beş Yıl Önce On Yıl Sonra
grubu. Grubun ikinci albümleri “Beş Vals On Tango” da iki Jose Feliciano
şarkısını birbirine karıştırarak söylüyorlar: “Bana Yalan Söylediler” ve “Yağmur
(Rain)”. Aradan yıllar geçiyor ve 2001 yılında Aşina’nın ikinci albümüne adını
veren şarkı olarak karşımıza çıkıyor. Fakat ne oluyorsa Issız Adam filminden
sonra oluyor ve şarkı film sayesinde 2008 yılında büyük bir “hit” e dönüşüyor. Fikret
Şeneş şarkı sözü yazmayı, Semiramis Pekkan da şarkı söylemeyi çoktan bırakmışken.
Sonrasında Emir Ersoy’un “10 Şarkı 10 Şarkıcı” albümünde
Funda Arar tarafından Latin bir düzenlemeyle seslendiriliyor. Pınar Aylin daha
düşük tempolu bir “cover” yapıyor, Kargo ise parçayı “rock” müziğe uyarlıyor.
“Bana Yalan Söylediler” 2019 yılında da bu defa Erdem Yener
tarafından seslendirildi ve Yener’in “Film Olmuş Şarkılar” adını taşıyan proje
albümünün ilk teklisi olarak PROM Müzik etiketiyle servis edildi.
“Film Olmuş Şarkılar” ismi çok sürprizli, çok heyecan verici
gelmese de kulağa, müzikte bir türlü çok parlak bir çıkış yakalayamamış Erdem Yener
için doğru bir hamle olabilir; albümü dinlemek lazım. Yalnız bu şarkı bana
gayet iyi geldi. Zira bu şarkıya bugüne dek yapılmış en iyi “cover” olabilir.
Düzenleme Erdem Yener ve Sertan İpek tarafından yapılmış.
Hiç sağa sola çekmeden, cambazlık yapmadan, abartmadan, hem sade hem kulak
doyurucu bir düzenleme ile şarkı rayından çıkmamış, yolunu şaşırmamış. Temiz ve
güzel bir iş. Albüm konseptine uygun olarak ‘70’lerde gezinen klip ve klip
öncesi İzzet Öz’lü “teaser”a bayıldım bu arada. Hakkını vererek ama bir yandan
da işin komiği çıkararak yapılmış. Nedense pek bağdaştıramadığım komedyenlikle
şarkıcılık arasındaki çelişki de bertaraf olmuş en azından.
60’larda şöhreti yakalayan, ‘70’lerde “Süper Star”lığını ilan
eden, ‘80’lerin başında Eurovision macerası nedeniyle bir sendelese de hemen
toparlanıp zirveye yeniden yerleşen Ajda, 1985’de evlenmiş ve evinin kadını, cemiyet
davetlerinin gözdesine dönüşüvermişti. Ne de olsa 40’lı yaşlarındaydı artık ve
o zamanın algısında 40’lı yaşlarında şarkı söyleyenlere olsun olsun “popun babaannesi”
filan derlerdi. (Bknz: Tina Turner, “rock”ın babaannesi)
Ajda Tina’dan 6 yaş küçüktü. Babaanne olmaya filan da niyeti
yoktu. Silkindi, kendine geldi ve 1987 yılında yayımlanan “Süper Star 4”
albümüyle değil ama, 3 yıl sonra Emre Plak etiketiyle yayımlanacak “Ajda 1990” albümüyle “Süper Star”lık
kariyerine kaldığı yerden devam etti. Hikâyenin devamını biliyorsunuz. Sene
2019 ve biz hâlâ Ajda’nın plak şirketiyle yaptığı 20 yıllık mukaveleyi filan
konuşuyoruz.
“Ajda 1990” albümünde uzun yıllar sürmüş Ajda – Fikret Şeneş
ortaklığının sondan bir önceki örnekleri vardı ve “Her Yaşın Bir Güzelliği Var”
bu şarkılardan biriydi. Şarkının bestesi ve düzenlemesi Garo Mafyan tarafından
yapılmıştı.
“Her Yaşın Bir Güzelliği Var”, Ajda’nın olgunluk dönemine
çok yakışacak bir şarkıydı kuşkusuz ve Fikret Şeneş de sözleri yazarken bunu
düşünmüştü. Ajda’nın olgunlaşmak değil, genç kızlığa geri dönmek isteyeceğini
Fikret Şeneş bile tahmin edemediyse demek… Fakat kabul etmeli ki Ajda için
yazılabilecek en doğru şarkı sözüydü bu. Sahiden de her yaşında başka türlü
güzel olmayı başarmış biri vardı karşımızda sonuç itibariyle.
Orasını bir kenara bırakın, Ajda’nın şarkı söyleme biçimi aldığı
şan dersleri neticesi birkaç seneye kadar her nasılsa bozulacak ve bir daha
asla eskisi gibi olmayacaktı. Bu albüm ve bu şarkı da iyi şarkı söyleyen Ajda’dan
elimizde kalan son yadigarlardan olacaktı. Hakikaten bugün de dinlemelere
doyulmuyor.
Bugün Ajda Pekkan’ın doğum günü. Bu vesileyle bu şarkıyı ve
albümü hatırlayalım istedim. Sırtına yüklediği her yaşa, her yaşanmışlığa
rağmen dipçik gibi ayakta durmak ya da en azından duruyor gözükebilmek hiç kolay değil; herkesin de harcı değil. “Her Yaşın Bir Güzelliği Var” lafı herkeste şık durmuyor bu
yüzden. Duranlara ve Ajda’ya selam olsun!
“Aykut Gürel Presents Gökçe Bahadır”, serinin üçüncü albümü.
Aynı başlıkla daha önce Bergüzar Korel ve Selçuk Yöntem albümleri yayımlanmıştı ve
biri caz, diğeri ise şiir albümü idi. Bu defa ise geçmişten seçilmiş şarkıların
pop-caz düzenlemeleri oyuncu Gökçe Bahadır tarafından seslendiriliyor. Albüm DMC etiketiyle 2018'in son günlerinde yayımlandı.
“Sana Doğru” bu albümden klip çekilen ilk şarkı oldu. Şarkının
“Quante Volte” adını taşıyan orijinal İtalyanca versiyonunu İtalyanların
popüler yıldızlarından Mia Martini söylemişti. Sözleri Fikret Şeneş tarafından
yazılan Türkçe versiyon ise ilk kez Ajda Pekkan’ın “Süper Star ‘83” adlı
albümünde yer aldı. Plağın yayımlandığı dönemde albümdeki diğer “hit”
şarkıların arasında çok da öne çıkmayan şarkı sonrasında Zuhal Olcay, Yeşim
Salkım, ENBE Orkestrası ve bizzat Ajda tarafından yeniden seslendirildi ve adeta
yeniden keşfedildi.
Oyunculukta kendini çoktan ispat etmiş ve çeşitli kereler
şarkı söyleyerek müziğe de göz kırpmış Gökçe Bahadır’ın ilk resmi kaydı Tuna
Kiremitçi ve Arkadaşları projesinde Kiremitçi ile seslendirdiği “Bu Kaçıncı
Sonbahar?” adlı şarkıydı. Bu albüm ise onun şarkıcılığını ciddi bir öneri
olarak dinleyiciye sunduğu bir proje. Her şeyden önce Aykut Gürel gibi usta bir
müzisyene sırtını yaslamış olması işe bir adım önde başlamasına sebep oluyor. Nitekim
ortada müzikal nitelik açısından hayli zengin ve doyurucu bir çalışma var.
Bilinen şarkılar Aykut Gürel’in incelikli düzenlemeleri ile pop-caz sularında
ve akustik bir formda, dönemsel müzikal anlayışlardan, ritim ve “sound”
stillerinden bağımsız bir formda işlenirken Gökçe Bahadır temiz şarkıcılığı ve
kendine has ses rengiyle bütünü tamamlıyor.
Bu bağlamda “Sana Doğru”nun bu versiyonu da bugüne kadar
yapılanlar arasında en iyisi ve en çarpıcısı olabilir.
(10 Aralık 2015 tarihinde Hayat Müzik'te yayımlanmıştır.)
Yorumcu olmak, stüdyo şarkıcısı olmak, sahne şarkıcısı olmak hep başka başka şeyler… “Entertainer” (yani eğlendirici) olmaksa başka bir meziyet. Kötü şarkıcıdan da iyi “entertainer” olabilir mesela; örnekleri çoktur. Bununla beraber iyi şarkıcı olmak “entertainer” olmaya yetmez.
Kabul etmeli ki Cenk Eren, memleketin en iyi “entertainer”larından biri. Bir dönem sahnelerde fırtınalar estiren nice isim şimdilerde hemen hiç iş yapmazken, Cenk Eren’in yıllardır ve hâlâ bu işi hakkıyla yapıyor olması hafife alınacak bir şey değil. Üstelik Cenk Eren iyi de şarkı söyleyebilen bir “entertainer”. Son albümüyle bunu bir kez daha kanıtlıyor.
İlk albümü “…Ve Cenk Eren” yayımlandığında takvimler 1995 yılını gösteriyordu. Herkes onun sahnesinden bahsederken, albümü pek ilgi görmemişti. 2000 yılında “Gözlerin” adlı ikinci albümünde albüme adını veren şarkı ve Nükhet Duru ile düet yaptığı “Deli Gönlüm” dikkat çekti. Aslında Cenk’in şarkıcılıkta yol almasında Nükhet Duru’yla 2002’de başlayan ve yıllar süren ortak sahne çalışmalarının payı büyük oldu. Nitekim 2003’de piyasaya çıkan “Kader Çıkmazı” adlı üçüncü albümden sonra, 2004’de bu defa Nükhet Duru ile birlikte “Muhteşem İkili” adlı albüme imza attı. 2006’da yayımlanan “Kiraz Mevsimi” ise onun en iyi albümü oldu. “İnce Saz” başta olmak üzere “Kiraz Mevsimi”, “Cancağızım” ve “Sarı Sonbahar” gibi olgun ve demlenmelik şarkılar sesinde çok doğru tınlıyordu çünkü.
2009 çıkışlı “Dönüm Noktam” albümü ve 2012’de yayımlanan “Kasetimi Al” adlı mini albümü “Kiraz Mevsimi” albümünün etkisini devam ettiremedi. 2014’de piyasaya sürülen “Az Zehir Az Bal” teklisi de öyle. Ve 2015’in bitmesine çok az kala Şafak Karaman Production etiketiyle Cenk Eren’in yeni albümü “Repertuvar – Tanju Okan Şarkıları” yayımlandı.
Bir kere şunu söylemek lazım ki, bir tek şarkıcının şarkılarından oluşan bir albüm yapmak (saygı albümleri bir kenara) epeyce riskli bir iş. Çok sık da yapılmıyor zaten. Bu konuda ilk aklıma gelenler İpek Açar’ın “Kayahan Şarkıları” albümü ile Mine Geçili’nin “Bir Ömrün Şarkıları” adlı Zeki Müren şarkıları albümü. Her ikisinde de bir erkek şarkıcı ve bestecinin şarkılarını bir kadın solist seslendiriyordu. Buradaysa durum daha farklı… Tanju Okan bir besteci değil, bir yorumcu ve üstelik çok da baskın karakteristiği olan, nevi şahsına münhasır bir yorumcu. Dolayısıyla daha albümü dinlemeden ilk sorunuz “Bu albüm ne kadar iyi olabilir ki?” oluyor.
Ama olmuş. Hem de beklenmedik derecede iyi olmuş. Bunda şarkıların orijinal versiyonlarındaki ruhu hiç bozmadan bugüne aktarabilmiş aranjör Sarp Özdemiroğlu’nun payı büyük. Bu şarkıların bazılarını Tanju Okan’ın Atilla Özdemiroğlu düzenlemeleriyle plağa okuduğu düşünülürse, babadan oğula geçen mirasa özenle sahip çıkmış Sarp Özdemiroğlu. Birçok aranjörün sıklıkla düştüğü hataya düşüp, eski şarkıları yeniden ele alırken kendi imzasını atma uğruna şarkıları ters yüz etmeye, trafiklerini, “intro”larını değiştirmeye yeltenmemiş. Göksel’in benzer albümlerinden de bildiğimiz üzere Sarp Özdemiroğlu bu ülkede bu işi en iyi yapan aranjörlerden biri.
Albümün başarısındaki diğer paysa elbette Cenk Eren’in. O kadar doğru ve iyi söylemiş ki bu yadigâr şarkıları, hiç yüzünüzü buruşturmadan, “Keşke bunu da söylemeseymiş,” demeden dinleyebiliyorsunuz albümü başından sonuna dek. Eh, zaten ortada zamanında çok sevilmiş, çok dinlenmiş, bugün hâla bilinen ve sevilen şarkılar var. Haliyle ticari olarak da şansı yüksek bir iş söz konusu.
Albüm, Tanju Okan’ın az bilinen şarkılarından biri olan “İki Yabancı” ile başlıyor. Bu şarkının aynı adlı diğer versiyonu, yani sözlerini Fecri Ebcioğlu’nun yazdığı ve Ajda Pekkan’ın söylediği versiyonu bilinir. Oysa Fikret Şeneş’in yazdığı ve Tanju Okan’ın seslendirdiği bu sözler, Şeneş’in yazdığı ilk Türkçe şarkı sözü olması nedeniyle de ayrıca kıymetlidir.
Tanju Okan’ın en çok bilinen şarkısı “Kadınım” ise ikinci sırada karşımıza çıkıyor. Albümün ilk klip şarkısı olarak da bu şarkı seçildi. Şöyle bir dönüp bakınca, yakın geçmişte bu şarkıyı Teoman, Yaşar ve Mehmet Erdem’in de seslendirdiğini hatırlıyoruz. Normal şartlarda bu kadar rağbet görmüş, deyim yerindeyse yıpratılmış bir şarkıyı çıkış şarkısı olarak seçmek hata olabilirdi. Ama Cenk Eren’in yorumu ve şarkının bu düzenlemesi ortada şüphe bırakmıyor. Yeri gelmişken, bu şarkının olağanüstü güzel sözleri için Mehmet Teoman’ı ne kadar yere göğe sığdıramasak az.
Moustaki’nin dünyaca meşhur “Le Meteque”inden Nino Varon marifetiyle Türkçeleştirilmiş “Hasret” de bir başka aranjman klasiği olmasının yanı sıra Tanju Okan’ın da dillerden hiç düşmemiş şarkılarından biri. “Deniz ve Mehtap” ise yıllardır hep Tanju Okan’la birlikte anılır ama aslında Okan bu şarkıyı hiç plağa okumamış, sadece Fakir Bir Kız Sevdim adlı Yeşilçam filminde ve de çok kez televizyonda, sahnede seslendirmiştir. İnternette Tanju Okan adıyla yüklenmiş sayısız video var ama çoğunu söyleyen aslında Tanju Okan değil.
Tanju Okan deyince akla gelen ilk şeylerden biri de hiç kuşkusuz onun içkili, meyhaneli, kafa çekmeli şarkılarıdır. Bu albümde “Öyle Sarhoş Olsam ki”, “Kadehi Şişeyi Kırarım Bugün” ve “Şerefe” ile sınırlı tutulmuş bu şarkılar. Buna karşın Okan’ın inceden arabeske meylettiği “Kemancı” ve “Deli Gibi Sevdim” de aynı etkiyi yaratan cinsten şarkılar. “Gözünde Yaşlarla” ise yine 70’lerden sıkı bir aşk şarkısı.
Albümün Cem Bayoğlu imzalı fotoğrafları ve Göknil Mustafa imzalı kartonet tasarımı da işin ağırlığını ve zarafetini doğru yansıtacak nitelikte.
Bu şarkıları kim söylese risk alacaktı. Ancak Cenk Eren yukarıda da bahsi geçtiği üzere, olgun ve demlenmelik şarkılarda (en azından albümlerinde) genç ve hareketli, piyasa işi şarkılarda olduğundan çok daha fazla etki yaratabiliyor. Bu nedenle de bu proje onunla çok doğru örtüşmüş. Daha piyasaya çıkalı kısa bir süre olmasına rağmen, son zamanların en çok satan albümü olması boşuna değil. Bu sebeple, prodüktör Şafak Karaman da dahil olmak üzere, emeği geçen herkesi tebrik etmek lazım.
(FİKRET ŞENEŞ, EROL BÜYÜKBURÇ VE MÜZEYYEN SENAR’IN ARDINDAN…)
Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Tıpkı yattığı yerden gördüğü tek manzara olan ağacın son yaprağının düşeceği gün öleceğine inanan hasta kızın hikâyesindeki gibi. Son yaprak düştüğünde ölür müyüz bilmiyorum ama o ağaç bir daha hiç yeşermeyecek.
Bir kadın çıkıp tüm hayatını adadığı aşkına, tek bir adama, 40 yıl boyunca tüm ülkenin diline düşecek şarkı sözleri yazmayacak mesela. “Korkma bu akşam gelip çalmam kapını,” demeyecek. Biz o şarkıları tekrar tekrar dinlediğimizde, “Ne aşkmış be!” diyeceğiz sadece. Ne öyle aşklar görecek, yaşayacak, ne de öyle cümleler kurabileceğiz… Türkçemiz yetmeyecek her şeyden önce. Sonra da ifade kabiliyetimiz… Bir daha öyle bir kadın gelmeyecek.
Bir adam sadece “playback” yaparak iki şarkıyla dinleyici karşısına çıkacağı gece, pantolonun ütüsü bozulup da dinleyiciye saygısızlık olmasın diye, sahneye çıkacağı son dakikaya kadar otel odasında hiç oturmadan, ayakta dolaşmayacak. Kendinden on yaş küçüğün de, kırk yaş küçüğün de gözünün içine sevgiyle bakıp, “Güzel dostum,” diye hitap etmeyecek bir daha… Bir daha öyle bir adam gelmeyecek.
Hiçbir şarkıcı, bestecisinin karşısında uduyla bir defada çalıp söylediği şarkıyı ezberine alıp, kendi ruhunun, kalbinin, dilinin ve sesinin imbiğinden geçirip damıtarak tekrar söylemeyecek bestecisine. Kimse yemek yerken çatalını, bıçağını bırakıp, soluğunu tutup, gözlerini, kulaklarını alamamacasına dinlemeyecek hiçbir şarkıcıyı. Bir daha öyle bir şarkıcı gelmeyecek.
Fikret Şeneş’le hastalığının onu henüz elden ayaktan düşürmediği günlerde tanışmış, birkaç kez evine gidip gelmiş, oturup uzun uzun sohbet etme şansını yakalamıştım. Hayran olmaktan başka bir şey yapamıyorsunuz böylesi insanlarla tanışınca… Ya da ben yapamıyorum. Karşımdakinin bilgisi, görgüsü, kültürü, birikimi, her söylediğine, her anlattığına, her haline, tavrına sinmiş o derin bilgelik ve nezaket karşısında kendimi sıradan hissediyor, bu sıradanlığımı ele verecek bir pot kırmaktan, mahçup olmaktan korkuyorum. Yine de “Ne alabilirim, ne öğrenebilirim,” diye dinliyor, gözlüyor, izliyorum, bir yandan yıllardır yazdıklarıyla hayatımda bıraktığı izleri tek tek hatırlar ve haliyle hayranlığımı katlar, mucizelere inanırken.
Erol Büyükburç’la 2000’lerden bu yana defalarca bir araya geldik. Birlikte işler de yaptık. Ürkerdim ben ondan biraz. Çekinirdim diyelim ya da. Tıpkı Fikret Şeneş gibi o da sanki başka bir dünyanın, başka bir ülkenin insanı gibiydi. O yaşında, hiç körelmemiş o hafıza, o zekâ ve eskiyen bedenine inat eksilmemiş o enerjisi, insanüstü gelirdi bana bir yanıyla. Bunu yüzüne karşı söylemek iyi bir şey miydi, onu da bilmiyordum. Kabalık gibi de gelebilirdi. Narin, hassas, kırılgan, nadide biblolar gibiydiler onlar benim için. Elimi sürersem kırılacaklardı sanki.
En çok da Erol Ebi benim bilmediğimi varsayarak bana zamanında neler neler yaptığını anlatırken burkulurdu içim. Ne çok ihtiyacı vardı anlatmaya. Onu çoktan bir kenara itmiş, unutmuş, listeden nedense çıkarmışlara inat, ne çok kendini ifade etmek derdindeydi.
Müzeyyen Senar’ı ise hiç tanımadım. Ama dedem demekti benim için Müzeyyen Senar. Dedemin plakları, rakı sofraları, anason kokulu, sigara dumanlı ‘70’li yıllar Üsküdar gecelerinin sesi, sedası demekti. Çocukken nasılsa aklıma yerleşmiş, birilerinin hiç yaşlanmayacağına, hiç ölmeyeceğine dair inancımın kalesi, belki de sebebiydi. Ben çocukken de yaşlıydı çünkü Müzeyyen Senar, ben yavaş yavaş yaşlanırken de… O değişmezdi. Ölmezdi de. O ölürse çocukluğum ölürdü, ‘70’li yıllar ölürdü, Üsküdar ölürdü…
Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak… Yapraklar birer birer düşerken… Yerine yeni yeşil yaprakların açmayacağını bilmek canıma dokunuyor. Yutkunuyorum… Şarkılar da yalan söylüyor bazen. Geçmiş de tükeniyor. Ve hayat her zaman yenilemiyor bizleri…
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.